#4 Açı





Kaşımdaki yara izini  en net sabahları görürüm.

Odam en çok sarı bir gece lambasıyla huzurlu olur.

Karanlıkta bir mumun üstüne eğilirsem yüzüm olduğundan daha korkunç gözükür.

Işığın çeşidi, rengi, hatta tutulduğu açı bile baktığımız nesneyi değiştirir. Bu durumu ayın evrelerine benzetiyorum: aslında ayın eğilip büküldüğü yok, yarım falan da kalmıyor ama biz akşamları onu farklı konumlarda faklı biçimlerde görüyoruz işte. Varlıklar eninde sonunda kendi çapında bir döngüyü tamamlıyor ve ertesi gün tekrar başa dönüyor. Ve biz bu süreç boyunca ancak 

ışığın tutulduğu açı, yani kendi bakış açımız;

 ışığın rengi, yani o sırada hissettiğimiz duygular; 

ve ışığın çeşidi, yani kendi fikirlerimiz

 ölçüsünde bir başka varlığı tanımlayabiliyoruz. Yani hiçbirimiz aslında bir varlığı olduğu gibi tanımıyoruz. Toplamda bir insan, ona bakan "şey" sayısı kadar yüze ve kişiliğe sahip oluyor.

Her akşam odamı tekrar huzurla benimsiyorum, her sabah yüzümü tekrar inceliyorum ve kendime şu soruyu soruyorum: Madem her şey bu kadar değişken, biz kendimizden ve birbirimizden nasıl bu kadar emin olabiliyoruz? Bir söz nasıl böyle kolay verilir? Bir ipin kopmayacağına beni kim ikna edebilir?

 Güzel bir rüya, bitmek zorunda değil mi?


"Gördüğümüz yaratığın bedensel hatlarını, onun hakkında önceden biçimlendirdiğimiz tüm fikirlerle bir araya toplarız ve onun zihnimizde oluşturduğumuz tam resminde asıl önemli yeri tutan da kesinlikle bu fikirlerdir. Bunlar sonunda yanakların kıvrımını o denli eksiksiz doldurur, burnun çizgisini o denli kesin bir biçimde izler, sesin tonuyla o denli ahenkle karışırlar ki bu nitelikler artık saydam bir zarftan ibaret kalır ve bir yüzü her görüşümüzde ya da bir sesi her duyuşumuzda, tanıdığımız ve dinlediğimiz şeyler bizim o kişiye ilişkin kendi fikirlerimiz olur."    -Irvin D. Yallom, AŞKIN CELLADI


(Fotoğraf: Ağustos 2021, Fatih/İstanbul)

Yorumlar

Popüler Yayınlar